SANATÇILARLA KONUŞMALAR
AHMET HAMDİ TANPINAR ANLATIYOR
Konuşan: Muazzez MENEMENCİOĞLU
— Şair ve romancımız, İkisini birarada, birlikte götürdüğünüze göre, şiirle romanın nerede birleştiklerini söyliyebilir misiniz?
— Pek birleştiklerini sanmıyorum. Çünkü mahiyet ve nizamlarıyla ayrılırlar. Şiir somutun peşinde değildir. Çünkü kendisidir. Şiir şekildir. Resme, heykele ya da deminki tarifime, somut tarifime hiç uymayacak şekilde musikiye benzer, yani soyutluğu musikininkine benzer. Bir his, bir düşünce, bir izlenim birden bire sizde kendi nizamını ilân eder ve dil üzerindeki denemelerinizle birleşir. Başlı başına bir objet olur. Dilin çiçeği, denizin köpüğü, tek bir dal, özet olarak ilk bakışta çevresiyle ilgisini kuramıyacağınız bir şey. Oysa roman hayatın kendisinin peşindedir. Şiir kendisi için, roman hayat ve insan içindir diyebiliriz. Gerçi oda, roman da, kendi üzerinde toparlanır ama, hayatın düzenleri içinde. Belirli bir insanın, toplumun çevresinde. Şiir Ben’in peşindedir. Ama o ben, ben değilim artık, benim bir halimdir. O da etrafını verir ama, Ben'im vasıtamla ve bende olarak. Çünkü gerçekten bitmiş bir şiirde ben de yoktur, o şiirin kendisi vardır, yani şiir herhangi bir objet gibi, iyi yontulmuş bir elmas diyeyim. Şiir hülâsa zamansızdır. Fakat insan her zaman, zaman ve mekansız yaşıyamaz. Zamanı olan şeyler bizi sık sık yakalar. Benim roman ve hikâyeciliğim belki de şiir için gerekli bu zamansızlığı temine yarar. Hislerimden, düşüncelerimden, anılarımdan kısaca hayatın bana verdiği şeylerden o sayede kurtulurum. Böylece şiirimde serbest kalırım. Baha büyük şair olsaydım sadece öz olarak yaşıyabilseydim belki buna ihtiyaç olmazdı. Nitekim Byron, Shelley, ya da Valéry gibi büyük şairler ikiliğe ihtiyaç görmemişlerdir.
— Onlar şiirin dışında başka bir şeyle ilgilenmemişler, yazmamışlar mıdır demek istiyorsunuz?
— Hayır. Nitekim onlar da Tiyatro, Hikâye, Bale gibi nevileri şiirlerine almışlardır. Denebilir ki romancıyla şair bende ayni evde oturan ve birbirlerini az çok rahatsız eden, bazan da yardım eden, birbirleriyle geçinmiye mecbur iki kardeş gibidir.
— Şiirin bir kısım aydınlarca yakınma konusu olan aşırılıkları içinde, geleneğinin kuralları dışına çıkmış olmadığını söyliyebilir misiniz?
— Zamanımızda sanatlar, belki de insan, mahiyet değiştiriyor. Ya da hiç olmazsa böyle bir iddia var. Belki de şiir ve diğer sanatlar yeniden kendilerine göre bir mükemmellik elde etmek için bir hız alma devri geçiriyor. Herhalde bugün, şimdi, gelenekle hattâ dilin mükemmellik olanaklarıyla ilgimiz yok gibidir. Şiir zaruri iş değildir. Behemehal her devrin şiiri olmaz. Hattâ diyebilirim ki zaman zaman esen rüzgârdır. Eskilerde şiir tesadüfen rastlanan şeydi, şiir benim için Baudelaire’le ve onun mirasçılarıyla dolmuş bir şeydir.

— Peki, kuşağınızın romanı ile günümüz kuşağının romanı arasında yenilik ve benzerlikler buluyor musunuz?
— Her insan büyük bir kısmıyla teşekkül devrinin mahsulüdür.
— Bir roman yazıyor olsanız, birisi size romanınızın ana düşüncesinin ne olduğumu sorsa, buna rahatça cevap verir miydiniz?
— Tabii, fakat bu soru beni düşündürürse bu ilk ana düşünceye ikinci bir düşünce, biraz daha düşünürsem üçüncü, dördüncü, beşinci hattâ öncekilere zıt ana düşünceler de bulurum. Tıpkı hayata baktığımız gibi. Bence romanda yakalanan insan ve üslûp önemlidir. Onlar değişmez. Yoksa her büyük kısmı için bir ana düşünce bulunabilir, düşüncesizliklerde, romanına göre.
— Romanda kaçınılması, ya da dikkat edilmesi gerekli bir iki noktayı söyler misiniz?
— Hiçbir sanatta hattâ şiirde bile en önemli unsur yoktur. Bir eser kainatıyla gelir. Yani şekli, üslûbuyla.. Hele roman büsbütün böyledir. O bütündür.
— Yaptığımız kısa konuşma sonunda sizin romancıdan çok şair olduğunuzu, romandan çok şiiri sevdiğinizi hissettim, yanıldım mı?
— Bir yerde şiir, roman, musiki hepsi birleşir. Elbette eserin iyi ya da kötüsü olabilir. Yukarda da söyledim, terbiyem şiir terbiyesidir. Onun çevresinden dışarıya bakmak isterim. Herşey önce beni oraya götürür. Romanı kompoze (birleşik) bir sanat saymak daha doğru olur. Hiç olmazsa Balzac’tan beri gelen romanda. Şiir, resim, musiki, heykel tıpkı sinemada kabul ettiğimiz gibi, fakat büsbütün başka şekilde. İngiliz romanında hattâ Dostoyevski gibi zıt düşüncelerin insan talihinin o kadar sert çehre takındığı eserlerde bile bu kompozelik vardır. Dostoyevskinin roman kompozisyonu bana daima büyük konçertoları hatırlatır. Peysaja o kadar az yer verdiği halde, çok yakalayıcı resim sahneleri bulabiliriz. Cürüm ve Ceza’da cinayet sahnesinde olduğu gibi. Bittabi bu her eserde vardır. Her eser başka sanatların etkilerini, kendi teknik ve uslubunu hattâ malzemesinin olanaklarını tercüme eder.
— Yeditepe yayınları arasında bir şiir kitabınızın çıkacağını duyduk. Şiiri bunca yıl bıraktıktan sonra bu gereksinmeyi neden duydunuz?
— Ben hiç şiiri bırakmadım. Az yazmam şiir çalışmalarımdan uzak olduğum anlamına gelmez. Kitabımı şimdiye kadar çıkartmamamın büsbütün başka sebebleri vardır. Bende esas olan şiirdir, oradan etrafa genişlerim.